20 Eylül 2013 Cuma

"HAYATIMIN EN MUTLU ANIYMIŞ, BİLMİYORDUM."


"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum."
Hadi en baştan alalım bugünü.Taa Almanya'da bilgisayarımın bozulduğu zamanlarda can sıkıntısından arkadaşımdan alıp başladığım (daha doğrusu süründürdüğüm) "Masumiyet Müzesi / Orhan Pamuk " yaklaşık 10 gün önce bitti.Evet,süre biraz bunca beğenmeme etkilenmeme rağmen hayli fazla olabilir ama verebilceğim tek cevap 'sindire sindire' okudum.Sıra geldi saplantılı bir aşktan bu kadar etkilenmenin sonucuna : tabi ki müzeyi ziyaret etmek !

Her ne kadar amaç bu olsada süreç de her zaman önemlidir mevzu bahis olan Beyoğlu ise.Yaklaşık 9 ay az buz zaman değil.Bakalım o kapsüller ne izler bırakmış.Bakalım yayalaştırma ne kadar betonlaştırmış Taksim'i.

Eski dükkanlar gitmiş yeniler gelmiş, sadece "al! " diyen.

Müzeye varmak için bence en zevkli yol Galatasaray Lisesi'nden aşağı süzülen.
Hani geçerken sağ tarafta gözünüzü bir müddet "Ara Cafe"  den ayıramayacağınız, belik bir umut Ara Güleri o sandelyelerden birinde otururken görebilirim diye. 

Zaten oklar size yardımcı olacak, endişeye mahal yok.
Eğer kitabı okuyup da giderseniz, ki bence bunu yapın, Dalgıç Çıkmazı'na geldiğinizde kafayı uzattığınız an "Keskin ailesi" nin o kırmızı ahşap evini tam da gözünüzde canlandırdığınız gibi göreceksiniz.
Ne yazık ki içeride fotoğraf çekmek yasak.
Ama eğer bunları okursanız, kitabı okumadan geçmezsiniz diye düşündüğüm  için gezerken bir yandan da notlar aldım.
(Müzeye kitabınızla gitmenizi tavsiye ederim; çünkü kitabın içerisinde bir sefere mahsus bir bilet zaten bulunmakta/ görüldü işareti olan kelebek mührü de en güzel hatıra. Ama eğer kitabınız yoksa öğrenci bileti 10 tl)

Giriş katında görebileceğiniz tek şey var. 4213 tane ,üzerinde kırmızı ruj izi olan, sigara izmariti;kronolojik bir şekilde.Üzerlerinde tarihleri ve küçük birer notla birlikte.(1976-1984 arası toplanmış)

-"Biraz beni eleştirsenize" - 30 Temmuz
-"Ben sinirliyim,siz sinirlenmeyin." - 04 Mayıs
-"Kolum kolunuza yaslanınca unuttum tüm dünyayı." - 06 Eylül
-"Hiç düşünmeden aklındakini söyle!" - 01 Haziran
...

Yukarı çıktıkça 2 kat artı bir çatı katı var.
Sevdiği kadının ailesiyle ve kocasıyla yaşadığı evinden yıllar süren git geller, akşam yemekleri sırasında gizlice topladığı onlarca tuzluğa;boy boy kaşığa; kurmalı masa saatlerine; boş parfüm şişelerine; bir zamanların modası olan, öncelerde nostaljik radyoların daha sonra da televizyonların üzerlerine konulan minik köpek biblolarına, "güzeli" o objelere sadece bir kaç saniye dokundu diye 
bu eşyalara tüm yaşamını veren bir adam var o katlarda.

Ve yine o katlarda eski İstanbul var.
Gazete küpürleri var, yarım kalmış rakı kadehleri var, Müzeyen Senar var.

"O yıllarda İstanbul'un en Batılılaşmış ve zengin çevrelerinde bile,bir genç kızın evlenmeden önce bir başka erkekle 'sonuna kadar' gitmesinin bazı ciddi anlamları ve sonuçları vardı: Onsekiz yaşında küçük kızı evlenme vadiyle kandırılan öfkeli bir baba kızını çapkın erkkekle evlendirmek için dava açar ve gazetelerin 'iğfal edilmiş' dedikleri genç kızın fotoğraflarında gözleri kalın siyah çizgilerle kapatılırdı.Aynı kara bantlar polis baskınında yakalanan fahişelerin, zina yapan ya da ırzına geçilen kadınların gazetelere çıkan fotoğraflarında da kullanıldığı için,o yıllarda Türkiye'de gazete okumak gözlerinin üstü bantlarla kapatılmış kadın fotoğraflarından yapılmış bir maskeli baloda gezinmeye benzerdi."

Ve kitap "Hayatımın en mutlu anıymış bilmiyordum." diyerek başlar.

Son olarak müzede Türk görebilme olasılığınız çok yüksek değil, Fransız nüfusu çoğunlukta. Hatta etrafta çok fotoğraf çekmeye kalkarsanız, sokağın başındaki amcalar durdurup ingilizce olarak müzeyi beğenip beğenmediğinizi , hoş vakit geçirip geçirmediğinizi soruyorlar :)

Müzeden daha fazla detay vermiyeyim artık da gitmenin bir anlamı kalsın :)

Gelecek durak da bayılarak takip ettiğim bir blogger (offnegiysem.com) 'ın müdavimi olduğu için tesadüfen öğrenip hayli ve iyi ki de merak ettiğim, Karaköy'de bulunan  "KARABATAK" cafe.
Gerek konsepti,gerek müzikleri en çok da kahveleriyle bence şahane bir yer.
Oraya insanın yolu düşer mi bilmem (en azından benim düşmez ama artık öyle ya da böyle düşürürüm ) ama gidilmeli derim.

Ben bugün ruhumu doyurmaya çıktım Beyoğluna! Pek de iyi yaptım :)

görüşcez