26 Şubat 2012 Pazar

bindörtyüzelliüç

“Istanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.”
                                                                                                       Hz.Peygamber
       ...sözü ile başlar ya İstanbul aşkı; 1453-Fetih filmi de aynı böyle başladı işte.


 Büyük prodüksiyon malumunuz.Hakkında ne haberler okudum, bugün gidene kadar;
filmin fragmanı için 600bin dolar harcandı,ilk haftada 2 milyon 475 bin kişi izledi,Almanya da bile ilk gösterimde rekorlar kırdı gibi gibi.
Ama nacizane sonucuma gelmek gerekirse bende öyle bir beklenti yaratıldı ki bugüne kadar,sonunda hayal kırıklığına uğrattılar.Aslında çok da acımasız olmak istemiyorum sonuç olarak 160 dk nın nasıl geçtiğini anlamadım ve yine olsa yine giderim ama "keşke de böyle olmasaydı,keşke de şurayı biraz daha vurgulasaydınız" dediğim yerler hayli fazla. E tabi bu da benim şahsi kanaatim:)

Birincisi, bence bi filmde izleyiciyi çeken en önemli şeylerden biri kast ve hikaye olduğu kadar filmin renkleri.Fatih Aksoy nedendir bilmem bence en tahammül edilemeyecek renklerde çekmiş filmi.Film daha başladığı andan itibaren sanki  Cüneyt Arkın'ın bi Malkoçoğlu,bi Kara Murat ya da sadece renk bakımından mukayese tabi tutuyorum ki ara ara stv de falan denk geldiğim Keloğlan filmleri izliyormuş gibi:) Fragmana baktığımda hiç de öyle gözükmüyor ama sinema perdesinde tam da dediğim gibi neden olduğuna anlayamadım:))

İkincisi,film son derece flu çekilmiş;tamam olay 15.yy da geçiyor da filmde de keşke   21.yy teknolojisiyle çekileymiş,full perde de tek bir surata odaklanılmadığı takdirde yüzleri seçmek hayli zor oldu.Bunu da şahsen "kastta binlerce insan kullanamayacakalrından kalabalıkları kopyala yapıştır gibi olayla (artık ona ne deniyorsa:)) çoğalttıklarından ,bunun farkedilmemesi gerektiği" olgusuna bağlayıverdim.

Üçüncü olarak;olayda konu edilen tüm Hristiyan alemi Türkçe konuşmasaydı,o sahnelerde kesinlikle alt yazıyı tercih ederdim!

Dördüncü olarak koskoca İstanbul'un fethi Fatih Sultan Mehmet'tense daha çok incecik kaşlı,manken kılıklı bi kadın oyuncuya bağlanması beni gayet irrite etti.Ayrıca şundan bahsetmeden geçemeyeceğim ki; bizim askerler de bi Biscolata erkeği olma potansiyeli tavan yapmış. O ne yahu,hepsi böyle spor salonlarında ağırlıkların altından taze kalkmış ;adonis,göğüs ,omuz,pazu desen gırla,böyle bi vücutta göya terden oluştuğu var sayılan bi parlaklık falan filan:) Hele bi lağımcıların tünel kazma sahnesi vardı ,valla düşündüm acaba benim dedelerim dedelerinin dedelirin dedeleri de böyle miydi diye:)
 Ayrıca Sultan Beyazıt'ın annesini gözleri şehla mıydı acaba sorusu da çok takıldı aklıma.

Beş; bizim İffet'in tecavüzcüsü de fazla Spartacus İzlemiş gibi geldi bana:)

Son olarak da diyorum ki tamam herşey oldu bitti İstanbul artık bizim de niye "sevdirdin o sakalları,bıyıkları,burnu bre Mehmet?":))

Bu benim yorumum ,bi de isterseniz Yılmaz Özdil'den okuyun filmin yorumunu;

Holivut’un fethi

“Fetih 1453” filmi, “Titanic” gibi, taa en başından bilet alırken sonunu biliyorsun.
*
Sürprizle bitmiyor yani.
İstanbul’u fethediyoruz.
Ama...
Başıyla sonu arası komple sürpriz dolu.
*
Fatih’in rüyasında Osman Gazi’yi gördüğü sahne, bire bir “Yüzüklerin Efendisi”nde var mesela... Osman Gazi parmağındaki yüzüğü Fatih’e uzatıyor, yüzük ellerinden kayıyor, Mordor diyarında olduğu gibi, lav nehrine düşüyor. Fatih sanırsın Frodo... Ter içinde uyanıyor.
*
Zaten, gir internete, karşılaştır...
Filmin afişinde Fatih’in kılıcını tutuş biçimiyle, “Yüzüklerin Efendisi Kral’ın Dönüşü” filminin afişinde Aragorn’un kılıcını tutuş biçimi, tıpa tıp aynı.
*
Hipodrom...
“Ben Hur”daki hipodrom.
*
Kolların bacakların koptuğu savaş sahneleri tıpkı “Büyük İskender”den mi desem, yoksa “Gladyatör”den mi, tam karar veremedim... Ancak, Ulubatlı Hasan’ın Mel Cipsın gibi, taarruza hazırlanan süvarileri atıyla denetleme sahnesi, kesinlikle “Cesur Yürek”ten.
*
Bizans askerlerinin surların önüne duvar gibi dizilmesi, ok yağmuruna karşı şemsiye gibi kalkan açması “Truva”da var. İttirilerek yürütülen kulelerin yanarak devrilmesi “Cennetin Krallığı”ndaki gibi.
*
Ki... Cennetin Krallığı’nda, Selahaddin Eyyübi, ordusunun önüne atıyla çıkarak, Kudüs’ü savunan Haçlı Kralı’yla yüz yüze konuşuyordu. Bunda da, Fatih, ordusunun önüne atıyla çıkarak, Bizans’ı savunan İmparator’la yüz yüze konuşuyor... Diyaloglar üç aşağı beş yukarı, aynı.
*
Ki... O filmin kahramanı Orlando Bulum kılıç yapan demirci ustasının çırağıydı, babası şövalyeydi. Bu filmin kahramanı Ulubatlı Hasan kılıç yapan demirci ustasının çırağı, babası da Fatih’in babasının fedaisi.
*
(İstanbul diyorum ama... Filmin televizyonlarda yayınlanan reklamında resmen “ya ben İstanbul’u alacağım, ya İstanbul beni” diyen Fatih, filmde öyle demiyor, “ya ben Konstantiniye’yi alacağım, ya Konstantiniye beni” diyor! İstanbul reklamda var, filmde yok.)
*
Ulubatlı’nın zıplayarak Jüstinyanus’a yukardan kılıç saplaması, hık demiş...
“Truva”da Aşil’in zıplayarak Hektor’a kılıç saplamasının burnundan düşmüş.
*
“Matrix”te Neo’ya ateş ediliyor.
Geriye doğru yaslanarak savuşturuyor.
Bu filmde, Ulubatlı’ya tabure fırlatılıyor.
Geriye doğru yaslanarak savuşturuyor.
İkisi de ağır çekim.
*
Son sahne muhteşem...
Fatih, Bil Kılintın oluyor.
*
Depremzede Erkan bebek, çadırkenti ziyaret eden Bil Kılintın’ın kucağına atlayıp, burnunu sıkmıştı. Bu filmde, Bizanslı kız çocuğu Ayasofya’ya giren Fatih’in kucağına atlıyor, sakalından makas alıyor.
*
Ve... “Türk sinema tarihinin en pahalı filmi” denilerek, haksızlık ediliyor.
*
Çünkü, kaba hesap, toplam bir milyar dolara malolan Yüzüklerin Efendisi’ni Cennetin Krallığı’nı Ben Hur’u Büyük İskender’i Gladyatör’ü Truva’yı Cesur Yürek’i Matrix’i düşünürsek... Bence, dünya sinema tarihinin en pahalı filmi Fetih 1453.
                                              görüşcez