8 Mart 2013 Cuma

"kahperengi"



2012 nin ilk yarısında çıkan ve Fatih Altaylı'nın eşi Hande Altaylı nın yazdığı bu kitabı birkaç hafta öncesine kadar duymamıştım aslında, ta ki televizyonda Özgü Namal'ın yeni dizisi "Merhamet" başlayana kadar.Şu son zamanlarda evde fazlasıyla vakit geçirdiğimden her türlü prime time vakit öldürücülerinden haberdar sayılırım.

'Kitabı okuduktan sonra filmini seyretmek daha güzel' diyen okur yazar kişilik mi olsam, 'filmi-dizisi varken neden kitabını okuyayım ki hacı?!' diyen kolaycı zihniyet mi olsam ,bu tartışmanın neresinde dursam hala karar verememiş biri olarak olaya kendimce yeni bir yorum getirdim sanırım.Şöyle ki: dizi başladıktan hatta birkaç bölümü yayınlandıktan sonra kitaba başlayayım ki, kitabı okurken kastı kendim oluşturma çabasına-telaşına girmeyeyim;dahası ilk birkaç bölümle kitabın başları tıpkısının aynısıysa yani esinlenme değil de roman bariz senaryolaştırılmışsa, cemiyetlerde kafama göre eleştirel beyanlarda bulunayım (bu demek oluyor ki ister diziye ister kitaba  rahatça atıp tutabileyim) ve son olarak da sonunu bildiğim için herkesin hevesini kursağında bırakayım :)

Kitap 3 günde bitti.Ben ki bir oturuşta öyle 100-150 sayfa kitap okuyabilecek kadar konsantrasyon seviyesi yüksek bir insan değilimdir.Bu da demek oluyor ki kitap  ne romantik ne de komedi olmasına rağmen romantik komedi tadında yani akıcı ve sürükleyici yeterince.
Hem şehir hem kasaba romanı aynı anda.
Hayata inat romanlarda mutsuz sonlardan hoşlanmayan insanlar için hem de.

Haber Türk gazetesindeki bir röportaja göre Hande Altaylı bu kitabı yazarken Karaköy'de bir hana kapanmış.E değip değmediği de tartışmaya değer bir konu kanaatimce.

Ne bi kitap eleştirmeni ne de bir kitap kurduyum ,sadece hoşlandığı şeylere blogunda yer veren acemi bir bloggerım.Kendimce bir kitabın blogumda yer bulabilmesi için de altı çizilebilir satırların olması gerekli.

Altını çizdiklerimden bazıları şunlar:

"...sen bir şehre ait oldukça,o da sana ait oluyordu."

"Bir insana yüzde yüz güvenmekle yüzde doksandokuz güvenmek arasında dağlar kadar fark vardı.Çünkü eksilen yüzde birin nereden eksildiğini bilemezdin ve dünyanın bütün kazıkları o küçük 'bir'in içine saklanabilirdi.O yüzden yüzde doksandokuz ,yüzde yüze olduğundan daha yakındı sıfıra."

"İnsan ne kadar başarmış görünürse görünsün,kkaybedilmiş savaşların izlerini taşıyordu.Para,ünvan,aile,çocuklar ya da şöhret bunu değiştirmiyordu.Herkesin şefkate ve anlayışa ihtiyacı vardı.Hatta belki ihtiyacı yokmuş gibi görünenler diğerlerinden daha çok susamıştı sevilmeye."

"Yalnızlık tek başına kalmak değil,tek başına kalmaktan kaçmaya çalışmaktır.Bunun için ne kadar uğraşırsan durumun okadar acıklı hale gelir.Geceyi uzatmak,son bir sigara yakmak,bir kadeh daha içmek,ayak sürümek,bin dereden su getirmek... Bütün bunlar kapının arkasına gizlenmiş seni bekleyen tekilliğinle karşılaşmanı geciktirmekten veçaresizliğini artırmaktan başka işe yaramaz.Durumu sukunetle kabullendiğin ve onunla savaşmaktan vazgeçtiğinde ise aniden daha az yalnız biri haline gelirsin.Bu konuda bilinmesi gerekenler fazla değildir.Yalnızlıkta 'çatkapı' yoktur ve yalnız biri kimsenin hayatının doğal uzantısı olmadığından biriyle buluşmak için daima randevulaşmak zorundadır.Kimsenin hayatını tamamlamaz ve bunun karşılığı olarak da kimse onun hayatını bütünlemez.Kimileri böyle olmasını tercih ettikleri için ,kimileri de kimse onarı tercih etmediği için yalnızdır.Yalnız biri sadece bir aksesuardır.Süslü bir toka,zarif bir kolye,boktan bir kemer ya da bir çift güzel küpe...O kadar.Yoklukları üzüntü verici olsa da kimseyi öldürmez."

Benim gözümden bukadar:)
                             
                                                görüşcez